Yapay Zekanın, makine öğrenmesinin, veri analizinin, birbirini üreten robotların dünyasına öğrenci yetiştiriyoruz. Z nesli diyorduk, sonradan gelen tam “dijital yerli” Alfa nesli 10 yaşında…
Dönemleri gereği ilk tam anlamda “dijital yerli” olan Z jenerasyonu / nesli bireyleri evrensel olarak günlük yaşamda ağırlığını artırarak belirginleştirmeye başladı. Hatta kendilerinden sonraki Alfa neslini şekillendiriyorlar şimdilerde.
2016 yılında Ernst & Young firması tarafından farklı ülkelerden 3000’den fazla bireyin dahil olduğu geleceğin çalışan profilini oluşturabilmek amacıyla oluşturulan raporda 1995-2010 doğumlu (bazı kaynaklarda 2012) Z neslinin ilk yıllarından itibaren internete, sosyal ağlara ve mobil sistemlere maruz kaldıkları belirtilmektedir. Bunun sonucunda da; farklı bilgi kaynaklarından veri toplayabilen, çevrim içi ve dışı deneyimleri aktif biçimde entegre edebilen “hiperbilişsel” bir nesil üretmiştir. Aynı çalışmada Z neslinin “gerçeği” arayış içinde oldukları, bireysel ifadeye değer verdikleri ve etiketlerden (marka) kaçındıkları, çatışmaları çözmek ve dünyayı iyileştirmek için diyaloğun etkinliğine inandıkları, analitik ve pragmatik kararlar aldıkları vurgulanmıştır.
Z neslinden sonra gelen ve literatürdeki ismi “Alfa” nesli şimdilerde 10’lu yaşlarında. Internetin günlük işleyiş içinde her an aktif olduğu bir dönem yaşıyorlar. “Dijital göçmen” olarak adlandırılan büyüklerin seçenek olarak gördüğü uygulamaları ve teknolojileri günlük yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olarak görüp kullanabiliyorlar. Teknolojiye uyum sağlama endişesi yerini uygulamayı kullanmaya alışma sürecine bıraktığı belirtilebilir. Dolayısıyla; ekranla daha fazla zaman geçiriyorlar. Dijital ekran ile aktif ve pasif geçirilen sürenin Z nesli ve Alfa nesli üzerindeki olumsuz denilebilecek etkileri henüz net değil. Bazı araştırmalar dijital ekranların özellikle çocuklar üzerindeki “potansiyel riskleri” üzerine yoğunlaşıyor. Sonuçta; dijital ekranların zararları konusunda net veriler olmasa da, alan araştırmacılarından Dr.Sheri Madigan ve ekibi çocukların ekran karşısında geçirdikleri sürenin “aileyle yüz yüze iletişimini” etkilememesi gerektiğini belirtiyor.
Teknoloji çağında doğan bir neslin özellikleri eğitim ve öğretim süreçlerine de yansıyor doğal olarak. Hızlı bir gelişim ve değişim içinde olan günlük yaşam parametreleri, yeni nesil için belki de önceki nesillerde hiç olmadığı kadar esneklik ve uyum becerisi gerektiriyor. Bu hızlı değişim de beraberinde öngörülemeyen şartlar oluşturuyor. Örneğin; okullar, tanımlanamayan mesleklere ve iş alanlarına gençler yetiştiriyor. Okullar, öğrencilerini yetiştirirken değişen öğrenme profiline hitap edebilecek öğretmenleri de yetiştiriyor aynı zamanda.
Yapay zekanın, makine öğrenmesinin, veri analizinin, birbirini üreten robotların kısaca teknoloji destekli uygulamaların artarak yaygınlaşacağı bir gelecek beklentisi içinde fütüristler. Böyle bir dünyada var olabilmek için gerekli temel becerileri elde edebilmek, nesiller ve gereklilikler değişse de bireye kazandırılabilecek temel bir yaklaşımı edinmeye bağlı olduğu belirtilebilir: yaşamboyu öğrenme. Öğrenmeyi öğrenme becerisine sahip bireyin gerektiği durumda kendisini geliştirebilecek yolları da değerlendirerek kısa sürede yeni şartlara adapte olabileceği belirtilebilir. Öğrenmenin bireysel olduğu kavramından yola çıkarak yeni nesil öğrenme yöntemlerinin temelinde yatan yaklaşımın da “bireyselleştiği” ve “öğrenci merkezli” hale geldiği söylenebilir. Böylece; öğretmenler, öğrenme hedeflerini yada çıktılarını (kazanımlar) öğrencilerinin öğrenme profiline uygunlaştırarak, onların yaparak-yaşayarak, araştırarak, deneyerek, gözlemleyerek, deneyimlerini arkadaşlarıyla paylaştırarak, günlük yaşamla da ilişkilendirerek planlamaktadırlar. Teknoloji (yapay zeka, öğrenme analitiği, nesnelerin interneti) bu süreçte her öğretmenin en önemli destekçisi olurken aynı zamanda öğrencileri ile iletişim kurma konusunda da ortak bir platform olacaktır.
Gelecekte var olabilecek, geleceğe ilham verecek çocukların teknolojik yeterliliklerinin haricinde; sorgulayan, araştırmacı, analitik düşünme becerisine sahip, etkili iletişim kurabilen, özgüvenli, yaratıcı, sosyal becerilerini geliştirmiş, etik değerleri olan, doğa ile uyumlu, kültürel farkındalığı yüksek bireyler oldukları belirtilebilir.
Çocukların doğasında var olan “merak” duygusunu işleyerek, ev-okul işbirliği içinde keyifle zihinde kalıcı hale getirilerek oluşturulan öğrenme ortamı, akademik gelişim kadar sosyal ve duygusal becerileri de geliştirecektir. Ünlü Fizikçi bilim insanının belirttiği gibi: “Merak, bilgiden daha önemlidir.” (Einstein). Çocuğun akademik açıdan matematik, fen vb derslerindeki kavrama düzeyi ile birlikte arkadaşlarıyla okuduğu bir kitapla ilgili yorum paylaşması, görüşlerini belirtmesi, farklı görüşlere saygı duyması, bir müzik enstrümanı öğrenmeye zaman ayırması, bir sanat veya sosyal sorumluluk etkinliğinde gönüllü görev alması, seveceği sportif bir etkinliği takip etmesi birey olarak çevresiyle de iletişiminin göstergesi olduğu belirtilebilir.
Öğrencinin merak ettiği bir konuyla ilgili okulun ve evin desteğiyle araştırmaya yönlendirilmesi, öğretmenin danışmanlığında bilimsel araştırma yöntemleri ile merak ettiği konu hakkında veri toplaması, topladığı verileri analiz ederek bir sonuca varması ve ulaştığı sonucu da okulda ve evde paylaşması, öğrencinin yeni konulara merakını da destekleyecektir. Bu döngü ise beraberinde birey için son derece değerli bir beceriyi, “yaşamboyu öğrenme” yetisini kazandıracaktır.
“Özel bir yeteneğim yok, sadece tutkuyla meraklıyım.” (Einstein).
Bora SİNÇ – Eylül 2021
Kaynaklar:
- https://www.mckinsey.com/industries/consumer-packaged-goods/our-insights/true-gen-generation-z-and-its-implications-for-companies
- https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/x-y-z-kusagi-peki-ya-otesi
- https://www.bbc.com/turkce/haberler-47071017
- https://www.erudit.org/en/journals/irrodl/2019-v20-n2-irrodl04703/1061343ar.pdf